Görsel Sanatçı

Cem Gültepe

Fotoğrafçı

Hakkında

Hissiyatın peşinde, karanlığa düşen silüetlerin izinde: Cem Gültepe

Başka söze gerek duymayan fotoğrafların sahibi Cem’le tanışmak üzeresin.

Taner Turna

Hatırlamak, seçerek unutmaktır. Fotoğrafçılık, seçili anların sanatıdır. Kendi içinde bir tepkidir. Karşılaşılan anlara verdiğim reaksiyonlar epeydir gündemimde. Tetikleyici mekanizmadan öte o tepkiyle baş başa kalmak meselem. Deney alanlarımın çoğu konserler. Önce duyguyu çağırmak. Sonra sayfa ucu kıvrılı anıyı bulup açmak. Görüntüleri, kokuyu, tatları, sesleri, bazen de sessizliği yavaş yavaş o sayfanın içine yerleştirmek. Finalde, kendi kendime uzanmak. Yaşadıklarıma çarparak tekrardan nefes almaya başlamak.

Bu sayısız bir döngü. Hiçbiri birbirinin aynısı değil. O güne ait bir fotoğrafa bakmak da buna dahil. Aklıma hafızamın derinliğine düştüğüm ve ona karşı güvenimi kaybettiğim zamanlarda okuduğum Douwe Draaisma’nın Unutmanın Kitabı’ndan not aldığım bu söz geldi: “Şayet anılarımız gerçekten dokunulmaz olsaydı ve en güvenli şekilde kaydedilseydi, anı nesnelerine gereksinim duymazdık. Anılarımızı besleyip büyütürken sonuca değil, o süreçteki sevgi ve bağlılığa bakmak gerekir.”

Hikâyesine eşlik edeceğin Cem Gültepe de çektiği karelerde, daha doğrusu seçtiği anlarda tek bir görüntüyü düşünmeyen bir fotoğrafçı. Onun için hisler çok daha öncelikli. Fotoğraf, anları geri çağırmak ve duyguların arasında kalmak için bir araç. Hatırla zihinde kalan o fotoğrafı? Nefesin hızlandı mı? Kalp atışlarını duymaya başladın mı? Arkadan boğuk sesler gelmeye başladı mı? Evet doğru yerdesin. Başka söze gerek duymayan fotoğrafların sahibi Cem’le tanışmak üzeresin.

Coşku içinde sakinlik Çocukluğunun perdesini açmak istediğimde Cem’in bu bölümü hızlı geçmek istediğini fark ettim. Ailesinde müzikle ve fotoğrafla ilgilenen hiç kimsenin olmadığını bilmem yeterliydi onun için. Cem ilk konserine evden özgürce dışarı çıkabildiği zamanlarda, onun tabiriyle ergenlik dönemlerinde gitmeye başladı. 90’lı yılların ikinci yarısıydı. Çocukluk arkadaşı Serdar, sıkça gittikleri rock müzik konserlerinde hep yanında olandı. Kulağı daha çok gitar seslerindeydi. İlk dikkatini çeken şarkılar Cat Stevens’a aitti. Peşinden hemen Bon Jovi’nin de yerinin ayrı olduğunu ekledi. Hatta grubun These Days albümünü 90’lık kasete çektirdiği bilgisini verdi. Belli ki grubun '93 yılında İnönü Stadyumu’nda yarattığı etki Cem’i de içine aldı. Asıl buluşmaları da sırf konsere yetişmek için askerliği boyunca izin kullanmadığı, grubun 2011 yılında gerçekleşen ikinci ziyaretinde oldu. Bu sefer yanında olan başkasıydı.

Cem’e konserlerde nasıl bir müzik dinleyicisi olduğunu sorduğumda “Sahnede olan biteni izlemeyi daha çok seviyorum.” diyerek genelde sakin kaldığını söyledi. Ancak Metallica konserinde deli gibi zıpladığı ayrıntısı vermeden de geçmedi. Onun izleme isteği ve tüm o coşku içindeki sakinliği, bugün çektiği fotoğraflardaki en değerli destekçisi.

Kendi izinin peşinde Her ne kadar Cem ilk konserinden bu yana müziğin peşini bırakmamış olsa da çayır çayır çıkan gitar seslerini bir kenara koyup onun fotoğrafla tanışmasına eşlik etme vakti geldi. Cem, 2004-2005 yıllarında bir elektronik eşya satan markette çalıştı. Markette yazıcıların olduğu bölümden sorumluydu. Bir gün yazıcı markalarından biri olan Canon, Türkiye genelinde marketteki satıcıların performansını arttırmak için bir ödül puan sistemi başlattı. Sattığı ürün başına puanlar toplayan Cem, o dönem Canon’un en iyi kompakt fotoğraf makinasını almaya hak kazandı. O da hiç düşünmeden tercihini o makinadan yana kullandı.

İlk başlarda sokak fotoğrafları çeken; bunun için Samatya’da, Çapa’da geziler yapan Cem, yavaş yavaş fotoğrafçılığa ilgi duymaya başladı. Ancak bir sorun vardı. O dönem fotoğrafçıların paylaşımlar yaptığı portallarda fotoğraflara hep bir hikâyenin de eşlik etmesi lazımdı. Cem’e göre fotoğrafların başka sözlere ihtiyacı yoktu. Fotoğraf en yalın hâliyle zaten hikâyenin karşılığıydı. O dönem benzerlerinin dışına çıkan Cem, bir süre makinasına hiç elini sürmedi. Gerekçesi çok netti: “Çünkü o ben değildim.” Cem’in kendine dair cümlelerinde asla tereddüt yok. Bugün olduğu yer de gelecekte ulaşmak istedikleri de gayet açık. Kendi izinin peşine düşünce geriye sadece önüne çıkan yolda ilerlemek kalır.

Kadrajda müzik var Cem için kıvılcımın nerede ve ne zaman çaktığı belli değil. Fotoğrafla birlikte peşine düştüğü gerçeklik onu bir şekilde müziğe sürükledi. Hisler her zaman öncelikliydi. Buluşmanın yeri belli olmasa da vakti çoktan gelmişti: “Müzik zaten bir hissiyat işi. Sahnede olanlar ne kadar gerçek dışı olabilir ki? Çektiğim fotoğraflarda ortak bir hissiyat var. Garip bir şekilde en başından beri hep o hissiyatı sevdim. Bugün de aynı şeyi seviyorum. Hep onun peşindeyim. Sanatçıların hissiyatları, güçlü ifadeleri… Sadece yüzde değil, ellerinde ya da ayaklarında o bir ifade var. Onlar da hissiyatın bir parçası. Bu hissiyatı yakalamak konser fotoğrafçılığını sevme sebebim oldu.”

2006 yılında eline fotoğraf makinası geçtikten birkaç yıl sonra konser fotoğrafları çekmeye başlayan Cem, bu ilgisini epey bir zaman ara yollardan sürdürmek zorunda kaldı. O dönem konserlere akreditasyon almak kolay değildi. Tek yol konserlere makinasını izin almadan sokmaktı. Aylık etkinlik duyurularını takip edip çekmek istediği isimleri seçerek hepsini tek tek fotoğrafladı. O dönem konser fotoğrafçılığından hiç para kazanmamasına rağmen kredi çekerek kendisine 70-200mm lens ve profesyonel bir fotoğraf makinası satın aldı. Ve tüm ekipmanını 2014 yılının Temmuz ayında İTÜ Stadyumu’nda gerçekleşen Metallica konserine izinsiz sokmayı başardı.

Büyük isimler, eşsiz anlar Metallica konseri Cem’in fotoğrafçılık kariyeri için de bir kutlama, bir dönüm noktası oldu. Daha da önemlisi Cem için yapbozun bir parçası gibiydi. Bon Jovi ya da Metallica, hepsi kariyeri boyunca çekmek istediği büyük isimlerin, eşsiz anların hazırlığıydı onun adına. O gün İTÜ Stadyumu’na geldiğinde 15 farklı giriş kapısı olduğunu gördü. Gerisini Cem’den dinleyin: "Bütün kapıları izledim. Çok iyi hatırlıyorum 12 numaralı kapıda güvenlikten sorumlu bir tane kadın vardı. Güneşin altında saatlerdir çalışmaktan yorulmuştu. Ben de fotoğraf makinasını çantanın en dibine yoktum. Üstüne bir tane gömlek attım. Üstüne de iki tane pet şişe su koydum. İçeri su sokmak yasaktı. Dedim bu şimdi suları alır sonra da geç der. Tam da öyle oldu. İçeriye girdim. Sahne önü bilet almıştım. Çok erken gitmeme rağmen bir iki sıra geriden, insanların arasında kalarak konserin fotoğraflarını çektim.”

Beklenen oldu. Cem, 2014 yılında profesyonel olarak konser fotoğrafları çekmeye başladı. Ancak fotoğrafçılık hiçbir zaman tek işi olmadı. Hava kararınca beliren performans fotoğrafçılığıyla birlikte gündüzleri grafiker olarak çalıştı. Hâlâ da öyle. Önce tüm grafiker programlarını öğrendi. Ardından iki yılını matbaanın her bölümünde çalışarak geçirdi. Nedeni yine çok netti: “İşi ilk mutfağında öğrenmek istedim.” Demiştim. Cem’in kendine dair cümlelerinde asla tereddüt yok. Grafikerlik kariyeri vakti geldiğinde bir ajansa geçerek o dünyaların içinde devam etti. Ancak merkezinde her zaman fotoğrafçılık oldu. Yılda 500’e yakın performans çeken Cem, güne hep bir gece önce çektiği fotoğrafları düzenleyerek başladığı bir rutine sahp. Bunun nedeni: “Hemen görmek istiyorum çektiğim fotoğrafın ne olduğunu. O istek hep çok taze duruyor. Zaten çekerken ne olacağı zihnimde canlanıyor. İşte o hâlini görmek istiyorum.”

İyi bir konser fotoğrafı Cem’le iyi bir konser fotoğrafının tanımını konuşmanın vakti geldi. Bu aynı zamanda onun fotoğraflarında oluşturduğu kimliğin de bir parçası demek. Üzerine uzun uzun konuşsak da iki şey ön plana çıktı. Yaşanmışlık ve hissiyat. Cem’e göre bir konser fotoğrafı, çekildiği anın içinden çıkıp canlılık veriyorsa ve bununla birlikte duyguları tetikliyorsa tamamdır. O, iyi bir konser fotoğrafıdır. İlk başlarda yüzlere odaklanan, hatta gözü kapalı fotoğrafları kenara ayıran Cem, hissiyatın peşine düştükçe sahnedeki performansçının farklı ifade anlarını, çeşitli duygu durumlarını keşfetti: “Zamanla detaylara girebilmeyi keşfettim. Ellerdeki, ayaklardaki ifadeleri görmeye başladım. Fotoğrafta ses olmadığı için sanatçı neyi ifade ediyorsa onu alıp fotoğrafın içine dahil etmek gerekiyor.”

Cem için ideal açı, doğru kadrajlar ya da güçlü ışıklar yoktu. Peşinden gittiği hissiyat karşısına çıktığında çekilen fotoğraf, o an mevcut her şeyi ideal hâle getiriyordu. Yanlış diye kodlanan her şey, saniyelerin içine sıkışmış duygular sayesinde kendi gerçekliğini yaratıyordu. Bir başka deyişle kendi sözünü söylüyordu. Bu da zaten Cem’in en baştan beri aradığıydı. Bu farkındalık, Cem’in fotoğrafını çektiği gruplara ön hazırlık yapmamasını ve sahneden aldıklarına verdiği tepkiye güvenmesini sağladı. Bir de renksizliğin, yani siyah beyazın baskınlığını kabul etti: “Siyah beyaz fotoğraflar tam yaşanmışlığın karşıtı. Şimdi sen bir şeyi hatırlarken gözlerinin önüne görüntüler hep parça parça gelir. Ben de fotoğrafta netliği o yüzden çok sevmiyorum. Fotoğraf ne kadar netlikten uzaklaşırsa o kadar yaşanmışlık hissi veriyor. Bir de siyah beyaz olursa tam bir yaşanmışlık etkisi katıyor.”

Konserden öte ruhani bir buluşma Konuyu bir şekilde geçtiğimiz yaz gerçekleşen Nick Cave & The Bad Seeds konserine getirdim. O günden bana kalanların arasında Cem’in çektiği fotoğraflar da var şüphesiz. Konser başlamadan paylaştığımız heyecana tekrar uğramak istedim. “O nasıl bir duygu yoğunluğuydu?” diyerek anlatmaya başlayan Cem’de konserin bıraktığı etki düşündüğümden de fazlaydı. Unutamadıklarından biri Nick Cave’in ölen oğlu için yazdığı ve “Keder, ardındaki parlak hayaletlerin izini sürer.” diyerek sözlerini açıkladığı Bright Horses şarkısını söylemek için öne geldiği anlar. Cem, Nick Cave’in şarkıyı söylerken gözlerinin üstüne bir perde indiğini ve etrafındaki kalabalığı asla görmediğini fark etti. Nick Cave’in kendisini zihninde canlanan silüetlere esir bıraktığı o anlarda Cem’in eli fotoğraf makinasına gitmedi: “Bu da bana kalsın diye düşündüm. Zaten çok iyi fotoğraflar çekecektim. Bir mahrem olarak görmedim ancak çok etkilendim.”

Bugüne kadar yüzlerce konser çeken Cem, Nick Cave & The Bad Seeds konserinde ilk kez kalabalığın kendisine fotoğraf çekmek için yer verdiğini ve önlerine geçmesinden rahatsızlık duymadığını fark etti: “Herkesi tek bir yerde buluşturdu. O an ne yaptığın önemli değildi. Şarkı mı söylüyorsun? Fotoğraf mı çekiyorsun? Fark etmezdi. Herkes tek bir hissiyatta buluştu. Herkes bir bedende gibiydi.” Cem’in söylediklerine takılmamak elde değil. Konserin bende bıraktığı izler hâlâ çok taze. Cem’de yarattığı değişimse bir o kadar derin. Bu konserin onun fotoğrafçılığında bir dönemi kapattığı, hep hayalini kurduğu Mick Jagger, Rammstein, Radiohead gibi büyük isimlere bir adım daha yaklaştırdığı düşüncesinde. Bu hissiyatı hep yanında taşımak için bulduğu yolsa güne başlama alarmını The Weeping Song olarak seçmek oldu. Hiç fena fikir değil. Tabii ki Nick Cave’in vokali girmeden kapatmak şartıyla.

Tamamlanmayan bir kitap Bugüne not düşmek istediğim bir konu daha var. O da Cem’le görüşmemiz sırasında konunun sıklıkla geldiği hayalindeki fotoğraf kitabı. Cem, şimdiye kadar verdiği tüm kararları, çektiği tüm fotoğrafları o kitap için yaptı. Belki öyle değil. Ancak sohbetimizden bana kalan bu oldu. Konser fotoğraflarını arşivlediği sabit diskin içinde kitap için ayırdığı fotoğrafların yer aldığı ayrı bir dosya da mevcut. İçinde epey bir fotoğraf olmasına, hatta tasarımı, yerleşimi ve çıkacağı yayınevinin belli olmasına rağmen Cem için kitap henüz basılmaya hazır değil. O kitap Cem için bir yandan tamamlanmamışlığın sembolü. Çekeceği büyük konserler ve müzik tarihine bırakacağı zamansız kareler için sonsuz bir motivasyon kaynağı. Bu yazıdan sonra o anı görmek benim için de ayrıca kıymetli.

Bir yazıyı sonlandırmak en zoru. Geriye duyguların ışık tuttuğu Cem’e ait bir silüet kalsın istedim. Bu yüzden son sözü ona bıraktım: “Fotoğraf makinası gibi bir nesnenin varlığına sinir oluyorum. Keşke zihnimizdeki anları direkt aktarabiliyor olsaydık. Konserlerde yakaladığım o hissiyat, makinanın hissiyatı değil. Zaten yapamaz bunu. O tamamen benim hissiyatım. Belki ifade etmekte zorlandığım duyguları fotoğraflarda buluyorum. Bu yüzden fotoğraf makinasıyla çekilmez gerçek fotoğraflar. O sadece var. O kadar.”

Bizi buluşturan duyguların varlığına…

Kaynak: Aposto'daki yazı

Web Sitesi http://cemgultepe.com/
Sosyal Medya https://www.instagram.com/cem_gultepe